BUGÜN ANNELER GÜNÜ

Bugün, bizleri dünyaya getiren, sonsuz sevgi ve şefkatle büyüten, koruyup kollayan, koca yürekli fedakâr kadınların günü. Annelerimizin günü…  “1938 yılında Anadolu’nun bir dağ köyünde, beş çocuklu yoksul bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Gelmez olaydım…

Adımı babam koymuş, Elife olsun demiş ama köyde herkes bana Eley derdi. Babam kendi halinde, kimseye zararı dokunmayan, çok konuşmayan, ancak bir şey sorulursa kısa cevaplar verip konuşmayı geçiştiren birisiydi ve yüzünden hiç tebessüm eksik olmazdı. Annesini ve babasını küçük yaşta kaybetmiş, koca dünya da yapayalnız kalmıştı. Köydeki kadınlar bakmış, büyütmüş ve yine aynı köyün kızı olan annem ile evlendirmişlerdi. Derinlerde sakladığı kederi, sıkıntısı gözlerinden okunuyor, içerisinde fırtınalar kopsa da sessizliğini bozmuyordu. Dalsız, kolsuz kalmanın verdiği acıyı, tüm yüzündeki çizgiler anlatıyordu sanki.Annem, babama göre daha konuşkan, daha aktif biriydi. Her şey ile annem ilgilenirdi. Tarla tapan işleri, hayvanlar, içeri işi, dışarı işi hep annemden sorulurdu. Ablam ile abim de ekip biçme işlerinde, hayvan bakımında anneme yardım ederdi. Ben ise evde kalıp iki kardeşime bakardım.Köyde Hasan’a gönlüm düştü, onun da gönlü bendeydi. Öyle olmasa her gün hayvanları ne diye evimizin önünden götürüyordu ki otlatmaya? Bir gün çeşmeye su almaya gittiğimde uzaktan bana baktığını gördüm.  Kadınlarla dolu çeşme başında gözümün altından ben de onu süzdüm. Hasan’ı her gördüğümde kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu…Annem; Eleyim, ablan ile abin evlendi, yuvası, çoluğu, çocuğu oldu. E artık senin de evlenme çağın geldi. Bir yuvan olsun, çoluk çocuğa karış dedi ve, bugün Zeynep ile Zerk Köyünden haber salmışlar, sana söz kesmeye gelecekler hazırlan diyerek ekledi. Sofrada kaşık elimden düştü. Yemek boğazıma dizildi. Gözlerimden akan kanlı yaşlarımı içime akıttım. Karşı çıkmak ne mümkündü ki anneme, büyüğüme. Diyemedim Hasan’ı seviyorum diye.On beşimde gelin oldum Zerk Köyüne. Halil iyi bir insandı, çalışkandı, O da yetim büyümüş epeyce sıkıntı çekmişti. Seviyordu beni. Ben de onu sevmek için zorladım kendimi, severim zamanla dedim…

Alışmıştım buraya artık, köyün insanları sıcakkanlı ve sevecendi. Önce Mehmet’imi aldım kucağıma, Arkasından da Seyit’im doğdu baharda.  Dünya tatlısı çocuklardı.  Aralarında iki yaş vardı.  Seyit’im yeni yeni yürüyordu ki Halil’i askere aldılar. Yavrularımla kaldık bir başımıza. Evimiz ile sırt sırta kayınbabamın evi bulunuyor ve kayınım ile beraber yaşıyordu.  Yemekleri bizde yiyorduk, tarlaya tapana kayınım ile kayınbabam gidiyor, Ben de her iki evin işini, yemeğini yapıyordum. O gün sabah kalktığımdan beri içimde bir sıkıntı vardı.  Annem, babam ve kardeşlerim düştü aklıma, sonra Halil ne yer, ne içer, ne yapar oralarda diye düşündüm. İlk defa ayrı kalıyordum. Bir kez haber alsam içim rahatlardı biraz. Evin işini bitirdim, yemekleri yaptım, içimin sızısı hiç geçmedi.  Oturduk hep beraber yemek yedik. Sobayı da yaktım ki Mehmet’im ile Seyit’im üşümesin. Seyit’i uyuttum yatırdım. Mehmet’i de divana dedesiyle amcasının yanına oturtup onlara emanet ettim. Çamaşır yıkamak için çeşmeden su getirmem gerekiyordu. Çeşmeden dönerken, evin önündeki kalabalıktan bağrışmalar geliyor, Mehmet’im feryat figan ağlayarak bana doğru koşuyordu. Sular düştü ellerimden, dizlerimin bağı çözüldü. Mehmet’im bayılmıştı kollarımda. Yanıma gelenler çocuk yandı, yandı hemen çeşmeye gidip, suya tutalım diyorlardı…

Dedesi çıkmış kahveye gitmiş, amcası da kapının önünde sohbete dalmış arkadaşıyla. Sobanın karşısında divanın üzerinde oturan Mehmet’im, sobanın yanında şişe içerisinde duran gaz yağını içmiş, nasıl olduysa yavrucağım bir anda alev almış. Mehmet’ime onca koca karı ilaçları yapıldı, yanıklarına, yaralarına sürüldü, fayda etmedi ve gün geçtikçe yaraları derinleşiyordu. Aldık götürdük ilçe hastanesine doktor ilaç yazdı eve gönderdi. Ama hiç iyileşme olmamıştı. Halil izine geldiğinde alıp şehir hastanesine götürdük yavrumu. Seyit’im de yanımızda gelmişti ve babasıyla, geceleri şehirde bulunan akrabalarda kalıyor, gündüzleri ise yanımıza hastaneye geliyordu.

Seyit’imi hastanede sevmeyen yoktu. Hemşireler, doktorlar çocuğumu alıp götürüyor, oynatıyor, seviyor sonra hediyeler alıp tekrar getiriyorlardı. 

Yine hepimiz Mehmet’in başındayken bir hemşire Seyit’imi yine sevmeye geldi, aldı kucağına götürdü. Bir süre sonra koridordan sesler, bağrışmalar gelmeye başladı. İnsanlar koşuşturuyorlardı. Halil ile birbirimize baktık ve koridora fırladık. Seyit’im bir doktorun kucağında kanlar içindeydi. Seyit’imi alıp götüren hemşire acil bir hastanın yanına gitmiş, Seyit ise koridorda tek başına oynarken, Merdiven boşluğundan binanın zeminine düşmüş. Yavrum oracıkta can vermiş…Mehmet’im de kardeşinin ve derin yanıklarının acısına daha fazla dayanamayıp elimizden kayıp gitti. İki yavrumu da derdimize derman olması için gittiğimiz aynı hastanede kaybettim.”…

Her anneler gününde ananemin hikâyesini hatırlayıp, bir kadının onca acılara nasıl göğüs gerebildiğini, nasıl sabredip dayanabildiğini düşünürüm. Ananemin hayatından sadece bir kesiti sizlerle paylaşmak istedim.

Tüm annelerimizin anneler günü kutlu olsun.

İlknur Solmaz ÇOBAN