DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ VE SANAT…

Gelenek ve görenekler; çok eskiden beri süregelen saygın tutulup, nesilden nesile aktarılan ve yaptırım gücü olan kültürel kalıntıların, alışkanlıkların, bilgilerin, törelerin ve davranışların bütünüdür.
Doğumla ilgili gelenekler, sünnet gelenekleri, kız isteme geleneği, nişan, düğün, asker uğurlama ve karşılama geleneği gibi daha yazamadığım yöreden yöreye, bölgeden bölgeye değişen birçok gelenek ve görenekler vardır.
Ve her toplum kendi gelenek ve göreneklerini, bilgilerini, birikimlerini, tecrübelerini, kendince önem verdiği değerleri nesilden nesile aktarmak istemiştir.
Bu geleneklerin kuşaktan kuşağa aktarılması sırasında geleneksel fikirlere karşı çıkan kişiler, direnenler illaki olmuştur.
Yeni fikirleri, değerleri benimseyen kişiler, geleneksel kültür tarafından baskı altına alınmaktadır ki devreye bu defa tabular girmektedir.
Ahlak anlayışlarının getirdiği yasaklar, kutsal kabul edilen ve korkuyla karışık saygı duyulan, dokunulması veya kullanılması yasak olan, aksi yapıldığında insanın zarar göreceğine inanılan kimi insan, hayvan ya da nesneler ise tabuları oluşturur.
Anadolu’da “düşmez ve gelmez” tabirleri, tabu terimine karşılık gelmektedir. Dilbilimdeki karşılığı ise “örtmece”dir.
Örtmece; söylenmesi kaba, çirkin veya sakıncalı görülen nesnelerin, kavramların başka kelimelerle daha uygun bir biçimde aktarılması olarak tanımlanmıştır.
Freud ise tabuları, insanlığın yazıya geçirilmemiş ve kaynağı anlaşılamayan ilk yasaları olarak nitelendirmiştir.
Tabulardan biri olan bakma yasağı ile ilgili İzmir’de geçen efsaneyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bergama ile Dikili ilçelerinin arasında yer alan bir bataklık varmış. Bu bataklığa yakın yerleşim yerine gelenler, oranın ahlakını bozmuş, halkı baştan çıkarmışlar. Bir gün bu memlekete bir pir gelmiş. Halka nasihatte bulunarak akıllarını başlarına toplamalarını söylemiş. Bu pirin sözlerine kimse kulak asmadığı gibi bir de onu altın ve gümüş dolu iki kuyunun arasına ekmek, su vermeksizin hapsetmişler.  Pirin haline acıyan bir kız, kimselere görünmeden bu ihtiyara ekmek ve su getirip onu ölmekten kurtarmış. Bir müddet sonra da bu kızın düğünü olmuş. Bütün halk düğünde alkol içerek sarhoş olmuş.  Gelin yeni evine gitmek için atına binmiş ve yola koyulmuş. O bölgenin âdetine göre geline köyün hemen yakınında bulunan bir kuyudan üç yudum su içirmek ve aynı kuyunun etrafında üç defa dolaştırmak gerekiyormuş. Kuyunun başına gelip tam su içileceği sırada pir, gelinin karşısına çıkmış, ’’Durmadan arkamdan yürüyün, sakın arkanıza bakmayın! Yoksa hepiniz taş olursunuz.’’ Demiş. Pirin bu sözlerinden korkan halk onun peşine takılmış ve koşmaya başlamış. Arkalarından müthiş gürültüler koparak acı çığlıklar atılmış. Buna dayanamayan birisi arkasına dönüp bakmış. Evlerden sular fışkırdığını, memleketi kara dumanların bürüdüğünü görünce bağırmış. Diğerleri de ne olduğunu anlamak için arkalarına baktıklarında oracıkta taş kesilmişler. 
Bu efsanede bakma yasağına uymayanların neticesinde, Hızır ile bağdaştırılabilecek bir aksakallı tarafından telkin edilen söze karşı gelenlerin, yasağı çiğneyenlerin taş kesildiği ve dünya ile bağlantısının koptuğu görülmektedir.
Tabulara ait birçok örnek efsanelerde yer almaktadır ve bu efsanelerin inandırıcılık vasfının bulunması daha geniş insanlara ulaşma, yayılma imkânı verir. 
Bu yüzdendir ki; mantık ile örtüşmeyen, akla uygun olmayan düşünceler bile insanlar tarafından karşı koyulmadan, direnç göstermeden kolaylıkla kabul edilir hale gelir. 
Gelenek ve göreneklerin topluma elbette yararları yadsınamaz. Toplumsal yapıyı ve o topluma ait değer sistemini korumak ve sürekliliğini sağlaması açısından önemlidir.
Eski kuşaklardan devraldığı başta inanışlar olmak üzere her türlü sosyal olguyu, sonraki nesillere aktarır. Geçmiş ile gelecek arasında bağ kurar.  Bu durum sanata da yansımıştır.
O yüzdendir ki;  sanatçı, toplumu kültürel ve sanatsal yönden tanıtmak için o topluma ait el sanatı ürünlerini doğru kullanmak zorundadır.
El sanatları, bir toplumun yaşam biçimleri, inançları, ekonomik olanakları, kültürleri ile ilgili bizlere bilgiler verir. 
Sanatçı, özgün, otantik ve yöresel hususları barındıran el sanatlarının yaşatılması ve korunmasında önemli bir rol üstlenerek, köprü oluşturur.
Ancak şunu da unutmamak gerekir; geleneklerin, tabuların, yasakların toplumu yönlendirmesi sebebiyle, toplumda yaratmış olduğu etki o kadar büyüktür ki; insanlar güncel hayatta bu gelenekleri artık taşıyamaz hale geldiğinden, itici bir güç olduğu da düşünülür.  İnsanlar zaman zaman özgür olmadığını, kısıtlandığını hisseder.
Özgürlük kavramı insan bilincinde uçsuz bucaksızdır. Ancak gerçek hayatta, zihnimizde yer alan bu sınırsız özgürlük mümkün değildir ve bu durum kişinin kısıtla/n/dığı hissini beraberinde getirir ki; sanatçılar bu hisse çoğu kez kapılmıştır.
Toplumun, bulunulan çağın anlayışına, modern, muasır şartlarına uygun olmadan yaşayarak, çağın gerisinde kalması sanatçının toplumda anlaşılamamaktan yana yakınmalarını arttırmaktadır.
Sanatlarımızı icra ederken iliklerimize kadar hisseder ve sanatımıza yoğunlaşırız. İşte tam bu sırada çoğu kez de özgür olamamaktan yakınır, kısıtlandığımızı söyler ve etrafa serzenişlerde bulunuruz.
Sanat ancak sanatçı özgür oldukça gelişir.  Sanat, özgürlüğü,  özgürlük ise sanatı destekler ve besler. 
Düşünceler özgür oldukça, sanatçının yaratma gücü artacak, sanatçı kendi benliğini bularak sanatını ortaya koyacaktır. Özgürlük yeni eserlerin ortaya çıkması adına, sanatçıyı yüreklendirip, sanat eserleri yaratma hızını artıracaktır.
Tüm toplum ve insanlık adına birer miras niteliği taşıyan sanat eserleri, sanatçının özgürce, baskı altında kalmadan, tüm benliği ile ortaya koyduğu eserlerdir.
İnsanlar üzerine düşen görev ise sanatçının düşüncelerine ve özgürlüğüne önem vermektir.Geleneklere, göreneklere ve tabulara sıkı sıkıya bağlı olmak sanatçıyı özgürleştirebilir mi? Sanatçının kendi benliğini bulması ve sanatını yaratması adına mümkün olabilir mi? 
Elbette hayır!
Baskılar, engeller, yasaklar, tabular ortadan kalkmadan, düşünce özgürlüğü olmadan sanat asla yapılamaz. 

Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle, Sevgiler

İlknur Solmaz ÇOBAN /İzmir